Seninki kaç santim? - Greenpeace

16 Aralık 2010 Perşembe
Seninki kaç santim? - Greenpeace: "2050’de dünyadaki balık stokları tükenecek. Denizleri hala sonsuz bereket kaynağı olarak görüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %60’ı bitti. Gerı kalan %40 ise 40 yıl içinde son bulacak. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek."

Ufolar ve Uzaylılar - Ufo ve Uzaylı Resimleri

21 Temmuz 2009 Salı
UFO (Unidentified Flying Objects) yani Türkçe adıyla Tanımlanamayan Uçan Cisimler. Yarım asırdan fazla bir süredir insanların en büyük merak konularından biri ufolar ve yeni bin yılda da en fazla ilgi odağı olacak gibi gözüküyorlar. Gerçek ya da değil; bir tek şey var ki o da UFO'ların güncelliğini hala ilk günkü gibi korumasıdır. Ve bu güncellik hiç bitmeyecek bir sürecin içinde varlığını sürdürecektir.

Rus askerlerinin düşürdüğü Ufo
















UFO Nedir?

Bir çok fenomenlerde anlatıldığı üzere, bu tanımlanamayan uçan cisimler kimi zaman bir daire şeklinde, kimi zaman çok büyük boyutlarda bir elips ya da bir puro şeklinde görülmektedirler. Bir zamanlar hayal gücünün ve bilinçaltının insanlara bir oyunu olarak yorumlanan bu olgu, bugün inkar edilememektedir. Televizyon kameraları karşısında bilimselliği ve somut gerçekleri savunan ve bir adım geri basmayan, UFO olayını görmezlikten gelen bilim adamları, profesörler vb. kişiler, televizyon kameraları stop düğmesine bastıkları andan itibaren de bu olguyu onaylayıcı bir tavır sergilemektedirler.
Ama son yıllarda kamuya açılan resmi dosyalar, hükümet bazındaki sözcülerin konuşmalarında UFO'larla alay ettiği dönemlerde bile konunun ne kadar ciddiye alınmış olduğunu göstermektedir. O dosyalar çok şey anlatmakta ve hem görgü tanıklarının, hem de bilinmeyen gök cisimlerinin radarda izleme olaylarının kayıtlarını içermektedir. Bu kayıtlarda askeri jetlerin UFO'ları kovalarken nasıl başarısız olduklarından tutunda, köylerdeki saman yığınlarının üstüne inenlere kadar bir dolu kanıt bulunmaktadır. Bu belgeler çeşitli tanımları içermektedir ve bu tanımlamalar da yanlış olmadığı gibi, hayal ürünü de değildir ve o cisimler dünyadaki hiçbir şeye de benzememektedir.
Bir de son zamanlarda en çok UFO'lar tarafından kaçırılma olaylarının öne çıktığı görülmekte, kişiler yaşadıkları bu olayları anlatabilmek için olmadık yollara başvurmakta ve inandırabilecek birilerini bulabilmek için amansız bir mücadele vermektedirler. Kaçırılma konusu, daha az somut kanıt sunan bir konudur ve araştırmacılara göre, gerçek fiziksel anomalilere dayalı psikolojik olgulardır.


Bir uzaylı otopsi aşamasında










Hitlere yapılan Süikastler

22 Nisan 2009 Çarşamba
Haziran 1944'te Müttefikler tarafından yapılan Normandiya çıkartması Almanya'da umutsuzluğu iyice artırmıştı. Fakat Hitler sonuna kadar direnme niyetini belirtiyor çok yakın bir zamanda işitilmedik silahların kullanılacağını bildiriyordu. Ona göre bu korkunç silahlar savaşı derhal Almanya lehine sonuçlandıracaktı. Hitler'in sözünü ettiği "işitilmedik silah" Amerikan ve İngiliz bilginlerinin de üzerinde çalışmakta oldukları atom bombasıydı. Alman bilginleri atom bombasını gerçekleştirme yansısında geri kalıp bu korkunç silahı zamanında yetiştiremezlerse Hitler Berchtesgaden dolaylarındaki sığınağa çekilerek kendisiyle birlikte Almanya'yı da uçuruma sürükleyecek delice planlar tasarlıyordu. Almanya'da daha savaşın başından beri Hitler'i ortadan kaldırıp ülkelerini felâketten kurtarmaya çalışan sağduyu sahibi kişiler de vardı. Bunlar Hitler'i öldürerek Müttetiklerle barış yapmayı düşünüyorlardı. Bu amaçla da 1941 yılından beri birkaç suikast girişiminde bulunmuşlar fakat hiç birinde başarı kazanamamışlardı.Amiral Canaris ve Kont Helmuth von Moltke tarafından yönetilen ve aralarında Schacht Belçika Valisi Von Falkenhausen Mareşal Rommel Von Beck Fransa Valisi Karl Heinrich von Stulpnagel Von Hassel gibi general ve devlet adamları bulunan bir grup Hitler'i devirdikten sonra yerine Feldmareşal Vitzleben’i geçirmeyi kararlaştırmıştı. Ne var ki Gestapo bu komployu haber almış ve Kont Moltke 1944 Ocak ayında tutuklanmıştı. Onun tutuklanması ötekilerinin çalışmalarını durdurmamış ve 1944 Temmuzunda Hitler'e son ve en önemli suikastı yapmışlardı.Hitler daha öncekilerden olduğu gibi bundan da kurtuldu ve suikastı düzenleyenlerin tümünü ortadan kaldırdı. 20 Temmuz 1944'te yapılan bu suikaste geçmeden önce başarısızlıkla sonuçlanan öbür suikastlardan da söz etmek gerekir.4 Ağustos 1941'de Merkez Grubu Ordusu Borisov'daydı. Bu ordu Feldmareşal Von Bock'un komutası altındaydı. Ordu karargâhı Hitler'i tutuklayıp mahkeme önüne çıkarmaya kararlı subaylarla doluydu. Bunların başında Orgeneral Von Treckow'la yardımcısı Teğmen Von Schlabrendorff'du. Von Bock ancak girişim başarıya ulaşırsa yardım vaadinde bulundu. Hitler Borisov'daki Merkez Grubu Ordusu karargâhına geldiğinde suikastçılar şaşkınlık ve korkudan hiç bir şey yapamadılar. Kalabalık bir koruyucu çemberi içindeki Hitler'in yanına suikastçılar yanaşamadılar bile. 13 Mart 1943'te Stalingrad'ta Alman ordularının yenilgiye uğramalarından hemen sonra Hitler'e ikinci bir suikast düzenlendi. Merkez Grubu Ordusu karargâhı o sırada Smolensk'de bulunuyordu. Komutan değişmiş Von Bock'un yerine Feldmareşal Von Kluge getirilmişti. Tresckow'la Schlabrendorff aynı teklifi Von Kluge'ye yaptılar ve aynı karşılığı aldılar.Von Kluge suikast başarıya ulaşırsa yardıma hazır olduğunu söyledi. Hitler'in pek yakında karargâhı ziyaret edeceği biliniyordu. Canaris ve öteki komplocu subaylar Smolensk'e plastik bombalar ve sigorta tapaları getirdiler. Hitler karargâha geldi ve ayrılmasına yakın suikastçılar hareket geçtiler. Tresckow ve Schlabrendorff iki konyak şişesine bomba yerleştirip Hitler'in maiyet subaylarından Albay Brandt'a vererek Rastenburg’daki bir arkadaşlarına götürmesini istediler. Brandt şişeleri yerine ulaştırmak üzere aldı. Bombalar Hitler'in uçağının havalanışından yarım saat sonra patlayacak şekilde ayarlanmıştı. Suikastçılar Berlin ve Smolensk'de heyecanla sonucu beklerlerken Hitler'in uçağının Rastenburg'a sağ salim indiği haberini şaşkınlık içinde öğrendiler. Bunun üzerine teğmen Schlabrendorff büyük bir soğukkanlılıkla Hitler'in karargâhına giderek her şeyden habersiz Brandt'dan içine bomba yerleştirilmiş konyak şişelerini alarak yerine gerçek konyak şişeleri verdi. Suikastçılar bombaların patlamayışını Hitler'in uçağının çok yüksekten uçmasına ve bu nedenle tapa sigortasının çalışmamasına yordular. 21 Mart 1943'te Hitler'e üçüncü suikast girişiminde bulunuldu. Hitler'i öldürmeyi kafasına koyan Orgeneral Von Tresckow Führer'in Berlin'de Unter den Linden'deki Şehitler Anıtı binasında yapılan kahramanları anma törenine katılmasından yararlanmak istedi. Bu sefer Albay Von Gresdorff kaputunun ceplerine iki bomba yerleştirerek binanın içinde beklemeye başladı. Hitler'in ziyaretinin yarım saat süreceği daha önceden bildirilmişti. Fakat Hitler binada ancak 8 dakika kaldı ve suikast girişimi de suya düştü. Yine 1943 yılının kasım ayında Hitler'e dördüncü suikast düzenlendi. Rusya'daki ordu için Hitler yeni kaput modelleri seçmişti. Axel von dem Bussche adındaki genç bir subay kaputu giyip bir manken gibi Hitler'in karşısına çıkacaktı. Kaputun her cebinde birer bomba bulunacak ve bunları ateşleyerek kendisiyle birlikte Hitler'i de havaya uçuracaktı. Fakat Hitler model seçme işini durmadan erteliyordu. Sonunda 30 Kasım günü Hitler'in kaput modelini seçeceği bildirildi. Bir gün önceden Bussche'ye kaput ve bombalar verildi. O gece kaput deposu müttefiklerin bir hava akını sonunda bombalanarak yandı. Böylece Hitler’in kaput seçme işiyle birlikte suikast planı da suya düştü. Hitler'in muhalifleri suikast girişimlerindeki başarısızlıklarına rağmen yollarından dönmüş değillerdi. Bu sefer de Albay von Stauffenberg'i sahneye çıkardılar. Stauffenberg 1942 yılında Kuzey Afrika'da bir mayın tarlasına düşerek ağır yaralanmıştı. Patlama sonunda sağ koluyla sol elinin iki parmağı kopmuş sol gözü de kör olmuştu. Aylarca hastanede yaşama savaşı verip iyileşince Hitler'in muhalifleri bu morali bozuk ve Almanya'nın geleceğinden umudunu kesmiş von Stauffenberg'e çengel atmakta gecikmediler. Stauffenberg'in ilk suikast denemesi 11 Temmuz 1944'te oldu. Albay Hitler'le bir toplantıya katılmak için Obersalzberg'e gitti. Çantasında patlamaya hazır bir bomba vardı. Fakat toplantı o gün yapılmadığından suikast da gerçekleşmedi. 15 Temmuz 1944'te Hitler'in karargâhı Doğu Prusya'da Rastenburg'da Goering ve Himmler'in de katılmasıyla bir toplantı yapılıyordu. Stauffenberg de toplantıdaydı. Tam tapa sigortasını çalıştıracağı sırada Hitler odadan dışarı çağrıldı ve bir daha da geri dönmedi. Führer bir kere daha rastlantı ve şans sonucu ölümden kurtulmuş oluyordu. 20 Temmuzda yapılan toplantıda. Kurmay Albay Stauffenberg de bir rapor okuyacaktı. Albay Mussolini'nin ziyareti dolayısıyla toplantının saat 13 yerine 1230'da yapılacağını ve görüşmelerin yeraltı salonundan "Misafirler Pavyonu"na alındığını öğrenince canı sıkıldı. Çünkü Misafirler Pavyonu uzun tahta bir yapıydı. Bombanın patlamasına ince duvarlar ve çatı fazla bir direnme göstermeyeceğinden etkisi de o ölçüde az olacaktı. Fakat artık ilk adım atılmıştı ve geriye dönmek düşünülemezdi. Albay Stauffenberg pavyona girmeden önce kapıda kısa bir süre duraklayarak eğildi çantanın içindeki bombanın mekanizmasını sağlam kalan üç parmağıyla çalıştırdı. Salonda sayıları yirmiyi bulan yüksek rütbeli subay bulunuyordu. Ortadaki masada büyük bir kurmay haritasının üzerine eğilmişlerdi. Hitler büyük bir dikkatle anlatılanları dinliyordu. Feldmareşal Keitel bir ara Stauffenberg'in kulağına eğilerek: "Raporunuzu general Heusinger'den sonra okuyacaksınız.. Onun için Führer'in yakınında bulunun." dedi. Stauffenberg elindeki çantayı masanın altındaki ağır tahta desteğini Hitler'in en yakın tarafına dayadı. Albay Stauffenberg birkaç ay önce İhtiyat Orduları Başkomutanı General Fromm'un emir subaylığına atandığından bu çok gizli toplantıya katılma olanağını bulmuştu.Hitler ihtiyat tümenlerinin Rus saldırısını önleyecek güçte olup olmadıklarını öğrenmek istiyordu. Stauffenberg raporunda Hitler'e bu konuda bilgi verecekti. Çantayı Hitler'in yanına bıraktıktan sonra Berlin'le bir telefon konuşması yapmak için Keitel'den izin alarak dışarı çıktı. O sırada General Heusinger Doğu Cephesi hakkındaki raporunu bitirmek üzereydi.Tam bu sırada bir yıl önce "konyak" şişelerini taşıyan Albay Brandt masanın altındaki çantayı gördü. Hitler'i rahatsız edebilir düşüncesiyle çantayı durduğu yerden alıp desteğin öbür yanına dayadı içinde bomba bulunan çanta şimdi Hitler'in oldukça uzağına gitmişti. General Heusinger raporunun son satırlarını okurken Feldmareşal Keitel yanındaki General Buhle'ye dönerek: "Stauffenberg nerede kaldı?" diye sordu. "Konuşma sırası ona geldi." Albay Stauffenberg o sırada Misafirler Pavyonu'nun oldukça uzağında. Teğmen von Haeften'le birlikte zırhlı bir otomobilin içinde bombanın patlamasını bekliyordu. Saat on ikiyi elli geçerken Misafirler Pavyonundan korkunç bir patlama duyuldu. Pavyonun çatısı çökmüş camlar paramparça olmuştu. Barakanın üzerinde siyah bir duman tabakası yükseliyor yaralıların ya da can çekişenlerin iniltileri acı bağırışları duyuluyordu. Albay Stauffenberg ve Teğmen von Haeften olanları büyük bir soğukkanlılık içinde izliyorlardı. Bir yardım ekibinin pavyona koştuğunu ve sedyeyle bir cesedi dışarıya çıkardıklarını gördüler. Stauffenberg çıkarılan cesedin Hitler'e ait olduğundan zerre kuşkusu yoktu. Çünkü çantayı Hitler’in ayakları dibine bırakmıştı. Teğmen Haeften'e: "Hitler'in cesedini çıkardılar!.. Çabuk gidelim.." diye bağırdı. Stauffenberg olaydan yarım saat kadar sonra bir uçakla Berlin'e gitti. Milli Savunma Bakanlığında General Olbricht'in odasında yirmiye yakın subay toplanmış heyecan ve merak içinde sonucu bekliyordu. Saat 1515'te Stauffenberg Hitler'in ölüm haberini bekleyen subaylara telefon etti : "Hava alanındayız. Bize bir araba gönderin.. Hitler öldü!.." Oysa o sırada Hitler karargâhın istasyonunda Mussolini'yle Mareşal Graziani'yi getirecek treni bekliyordu. Ölmemişti. Patlama sırasında saçları kavrulmuş sağ bacağı yanmış sağ koluna da hafif bir felç gelmişti. Albay Brandt'la Hitler'in sağındaki iki general ve bir stenocu hemen ölmüşlerdi. Hitler kendisini yerden kaldırmaya çalışan Keitel'e:"Yeni pantolonum pek de güzeldi bana bir üniforma getirsinler..)" demişti. Patlamadan üç saat sonra iyice kendine gelmiş Mussolini'ye havaya uçurulan barakayı göstermişti. General Olbricht Albay Stauffenberg'den aldığı haberi İç Güvenlik Ordusu Kumandanı General Fromm'a bildirdi. Ancak General Fromm Hitler'in ölüm haberini kuşkuyla karşıladı. Hitler'in karargâhıyla bağlantı kurmak ve Führer'in kesin olarak ölüp ölmediğini öğrenmek istedi. Az sonra Feldmareşal Keitel telefonda şunları söylüyordu :"Yok efendim saçma. Bir suikast oldu ama Führer kurtuldu. Şu anda Duçe'yle görüşüyor.." General Olbricht Keitel'in yalan söylediği inanandaydı. Az sonra Stauffenberg de Milli Savunma Bakanlığına geldi. Albay kesin konuşuyordu : "Konferans salonu yerle bir oldu uçuşan cesetler gördüm oradan tek kişinin canlı çıkması mümkün değil.." Ona Keitel'in telefonda söyledikleri tekrarlanınca: "Onu bilmem ama Hitler'in öldüğünü gördüm." dedi. Komplocular Stauffenberg'in bu sözleri üzerine harekete geçtiler ve Almanya'nın dört bir yanma işgal altındaki ülkelere telgraf ve telefonlarla durumu bildirip taraftarlarının daha önce hazırlanan planı uygulamasını istediler. General Fromm Hitler'in öldüğüne inanmamıştı. Stauffenberg’e : "Sizin yapacağınız şimdi beyninize bir kurşun sıkmak. Çünkü suikast başarıya ulaşmadı." dedi. General Olbricht'in de tutuklanması gerektiğini ileri sürüyordu. Fakat Olfbricht'le Stauffenberg onu tutuklayarak yandaki odaya hapsettiler. Komplocular beş saat süreyle Berlin'i ellerinde tuttular. Akşama doğru Hitler'in yaşadığı kesin olarak anlaşılınca ne yapacaklarını bilemez duruma geldiler. Suikastçıların Paris kolu daha üstün bir başarı gösterdi. Fransa Valisi Karl Heinrich von Stulpnagel bütün S.S. ve S.D.’leri (Partisi Casusluk Örgütü) bir Fransız hapishanesine doldurmakta güçlük çekmedi. Daha sonra ordu komutanı von Kluge'ye giderek Nazi Yüksek Komutanlığına karşı gelmesini ve barış için girişimde bulunmasını istedi. General von Kluge ona şunları söyledi "Domuz ölmüş olsaydı bunu yapardım..." Öte yanda Berlin'de de Naziler karşı harekete geçmişlerdi. Plan gereğince Propaganda Bakanlığına gidip Goebbels'i tutuklaması gereken Yarbay Remer orada bir emir alıyordu: "Derhal Goebbels'in emrine giriniz. Führer' in emridir." Yarbayın duraksadığını gören Goebbels elinde tuttuğu telefon ahizesini Remer'e uzattı. "Beni tanıdınız mı Yarbay Remer?" "Evet Führer'im tanıdım." "Yarbay Remer şimdi emirlerimi iyi dinleyin. Şu andan itibaren Berlin'de duruma siz hâkim olacaksınız tam yetkilisiniz. Generallere mareşallere bile emir verebilirsiniz. Karşı duranları acımadan temizleyiniz. Doğrudan doğruya Führer adına hareket edeceksiniz." Yarbay Remer Goebbels'i tutuklamak için geldiği Propaganda Bakanlığından az sonra kendi arkadaşlarını yakalamak için harekete geçti. Goebbels'i tutuklamaya hazırlanan birliğine şu emri verdi: "Hazır ol!.. İstikamet Savunma Bakanlığı!. İleri..." Akşam saat sekize doğru Yarbay Remer'in askerleri Savunma Bakanlığını ele geçirmişlerdi. Çarpışmada ilk vurulan Albay Stauffenberg oldu. Sırtına bir kurşun saplanmıştı. Bu arada Fromm da hapsedildiği odadan çıkmış ve kumandayı yeniden ele almıştı. Alelacele bir Harp Divanı kuruldu. Komplocuların hemen hemen hepsi yakalanmıştı. General von Beck Fromm'a tabancasının kendisinde bırakılmasını istedi. Fromm: "Peki işinizi kendi elinizle bitirecekseniz buyrun ama çabuk olun!." dedi. Fakat von Beck beynine yönelttiği namluyla hedefini bulamadı ve hafif yaralı olarak bir koltuğa yığıldı. Harp Divanı beş dakika sonra kararını General Fromm ağzından şöyle açıklıyordu :"Führer adına karar veren Divan General Olbricht'i Kurmay Albay Mertz von Quirnheim'i Albay Stauffenberg'i ve Teğmen von Hasften'i idama mahkûm etmiştir..." Von Beck eline verilen ikinci tabancayla da intihar edemeyince bir başkasının yardımıyla "işi bitirildi." İdama mahkûm edilenler hemen oracıkta Savunma Bakanlığının avlusunda kurşuna dizildiler. Komplocuların Paris'teki lideri von Stulpnagel olaydan sonra intihar etmek istemiş fakat yalnızca gözleri kör olmuştu. Geri kalan sanıklarla birlikte yargılanarak 20 Ağustosta asıldı. Mahkemenin Başkanı ayrı bir âlemdi. Suikastçılara açıkça küfrediyor polis tarafından kemeri alınan ve sık sık pantolonunu çekiştirmek zorunda kalan komplocuların Hitler'in yerine devlet şefi olarak düşündükleri Von Vitzleben'e : "Seni ahlâksız ihtiyar seni neden durmadan pantolonunu karıştırıyorsun!" diye bağırıyordu. Von Stulpnagel intihar teşebbüsünden sonra hastanede yatarken : "Rommel!. Rommel!.." diye sayıklamıştı. İlk önce kimse suikast olayında Rommel'in de parmağı olacağına inanamamıştı. Çünkü suikasttan üç gün önce Mareşal Rommel 17 Temmuzda Kuzey Fransa'da otomobiline ateş açan bir İngiliz uçağı tarafından ağır yaralanmıştı. Gestapo soruşturmayı derinleştirince Mareşal Rommel'in de komplocularla birlik olduğunu ortaya çıkardı.13 Ekim 1944 günü iyileşmeye yüz tutan Rommel Herrlingen'deki evinde dinlenirken Feldmareşal Keitel'den bir mektup aldı. Mektupta olaylar özetleniyor ve suçlamalar doğruysa şerefli bir insanın nasıl davranması gerektiğini Rommel'in bileceği ileri sürülüyordu. Mektubu getiren subaylardan General Burgdorff Mareşal Rommel'e : "Sayın Mareşalim gelirken bir kutu zehir getirdim. Ampul halinde.. Bunları kullanmak isterseniz Führer'in cenazenizin askerlik geçmişinize yaraşır ulusal bir tören olarak yapılacağına dair mesajını da size iletmekle görevliyim." dedi. Rommel karısı ve çocuklarıyla vedalaştıktan sonra mareşal üniformasını giymiş olarak General Burgdorff ve General Maisel in yanma döndü. Daha sonra içinde General Maisel'in de bulunduğu bir otomobil Rommel'i yakındaki bir koruluğa götürdü. Burada General Maisel yanına şoförü de alarak Rommel'i otomobilde yalnız bıraktı. Geri döndüklerinde Mareşal Rommel can çekişiyordu. Hastaneye götürülürken de yolda öldü. Yapılan resmi açıklamada Rommel'in kalp durması sonucu öldüğü bildiriliyordu. Goering Dönitz ve Jodl gibi Nazi ileri gelenleri bile Rommel'in gerçek ölüm sebebim bilmiyorlardı. Rommel için parlak bir cenaze töreni düzenlendi. Ulm alanında yapılan törende Führer'in özel temsilcisi olarak konuşan Mareşal Rundstedt. Rommel'der "Alman Kumandanlarının en büyüklerinden biri olarak tarihe geçtiğini” söyledi.

Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu

Titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak ‘İşte o, buraya da gelmiş, işte o’ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘İşte yine orada, köşede..’ diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.” Herman Rausching, “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler’le ilgili bu iddialarda bulunuyor. Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, “Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için. Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler’in kitleler üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu. Dahası I. Dünya Savaşı’nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya Savaşı’nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire, Hitler’in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca insan öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hâlâ sarılabilmiş değil. II. Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı, üniversitelerde ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek bilinmeyen ve fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu. Kısa süreli aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli sebepleri bulunabilir mi? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler’i ve II. Dünya Savaşı’nın bilinmeyen yönlerini araştırdık. Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching’in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel görüşe’ sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.” Rausching’in bu sözleri eğer doğruysa Hitler’in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier, “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik—büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.” Rausching’in kitabında, Hitler’le özel olarak görüşen bir yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor: “Führer’im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin.” Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching’e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman şöyle ifade ediyordu: “Hakkımda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır.”
Thule Efsanesi’nden etkilenmişti
İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi’nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler’in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı. Karl Haushoffer’ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici. Haushoffer ile Hitler’i tanıştıran Rudolf Hess’ti. Thule grubunun yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir uçakla İngiltere’ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının kapatıldığı Spandau Cezaevi’nde ömür boyu tutuldu. Diğer mahkumların bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye oldular, ancak Hess Spandau Cezaevi’nin tek mahkumu olarak yıllarca İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslar’dan oluşan bir birliğin gözetimi altında kaldı. Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan birisi on yıl önce “Dünya’nın En Yalnız Adamı” ismi ile Türkçe’ye çevrildi. Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess’i farklı kılan, savaşın farklı sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer’e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ve Uzak Doğu’nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya’ya gitmiş ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya’da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris’e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ve Roosvelt’in ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti. Haushoffer, I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden öğretim hayatına döndü. Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi Partisi’nin sembolü olan Gamalı Haç’ı seçen de oydu. Nitekim “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyor: “Hitler, Landsberg Hapishanesi’ndeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess’ti. Hitler, ‘Kavgam’ adlı kitabını bu iki önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli bilimlerin yanısıra Zen Budizmi’ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart’tan sonra Hitler’i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin’de Berlin Luminous Locası’nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev’in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası’na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himler, Goring ve Hitler’in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Loca’ya üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Books, 1990) Nazi Karargahında Tibet rahipleri Hitler’in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi’ne dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: “II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı’na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı: Nazi Karargahı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar! Her şey Thule Efsanesi’yle başlıyordu. Thule Efsanesi’nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu: “Thule’un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekalar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.” İşte bu sözler özetle Nazizm’in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli Thule Tarikati’nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler’in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı ‘ses büyüsü’ denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü.” Ergun Candan’a göre bir başka ilginç nokta da Naziler’in bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan Gamalı Haç’ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardı. Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler’in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı. Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “ Yeterince kayıp verilmedi!” Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?
“Ya Masonlar, ya biz” Rausching’in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece önemli ipuçları bulunuyor: “Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan. Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar ya biz...” ‘Zaman Gezmenleri’ adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı ayrıntılar bulunuyor: “Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi’lerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkansızdı. Adolf Hitler’in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi ‘Thule Örgütü’ idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı. 1923 sonbaharında Münih’te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, ‘İşte benim Hacer—i Esved’im’ dedi. Astronomik bilimin kurucularından Prof. Oberth’e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer’e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.” Thule’n son temsilcileri D. Eckardt’la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg, 1920’lerde Hitler’i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler’e Doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dilini ve konuşmayı öğreten Eckardt’tı. Öğretisini iki ayrı planda yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının temmuz ayında kurulan Hitler’in Nasyonel Sosyalist Partisi’nin yedi kurucu üyesinden biriydi. Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve “zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule’un dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek, “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı. Thule’un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess’i kendi amaçları için kullanmışlardı. 1926 yılında Berlin’de, Berlin ve Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler gönderilmiş ve bu 1943’e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer, karısı Martha’yı öldürüp, Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler’e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.”
window.google_render_ad();

Nazi Almanyası V2 Roketleri

20 Nisan 2009 Pazartesi



1. vergeltungswaffezwei.. intikam silahı 2.. alman'ların 1944-45'te kullandığı saldırı roketi..scud 'in öncülerinden..
2. vergelten : karşılık vermek, mukabele etmek waffe : silah Hitler'in ölümcül V 2 silahı. menzili uygun yerden atılırsa londra'ya dek uzanabilen bir roketti. Dönemi için bu silahı fiilen kullanan Hitler'den başka diğer devletler silahın hayalini bile kuramıyordu. keşif fotoğraflarında gördükleri bazı roketlerin fonksiyonel olmadıklarını, maket olduklarını düşünüyorlardı. Silah orta Almanya'daki bir kasaba olan nordhausen kasabasında, bir madenden genişletilmiş yeraltı tesisinde üretiliyordu. Gestapo tesisin inşası ve v2 üretimi için binlerce savaş esirini akıl almaz şartlarda çalıştırdı. Üzeri genelde dama tahtası gibi kırmızı beyaz boyanırdı. Menzili 300 km. idi. fiziken 14 m uzunluğunda, 1.5 metre çapındaydı. Tarihte ilk kez sıvı yakıtla çalışıyordu. Nerede ise tamamen kör bir silahtır. Koskoca Londra şehrini bile bulduramayanları çok olmuştur. Tamamen manuel hesaplar ve açılandırma ile, yere dik rampalardan atılırdı.


Ancak rokette o dönem için başka bir devrim olan 1 dakikalık radyo kontrolü vardır. Kalkıştan sonra yaklaşık 1 dakikalık süre boyunca roket karadan belli miktarda yönlendirilebilirdi. Günümüz balistik roketlerinin atası olarak bilinmesi aslen en çok bu özelliğindendir. Guided missile uygulaması sayılır.
Yanında duranlar bunun uçabilen birşey olduğuna bile ihtimal vermezdi. Ağırlığının çok büyük kısmı yakıttı, kalkışı yavaştı, yakıt tüketildikçe hızlanır, az miktarda savaş başlığı taşıyabilirdi. O yüzden de içindeki yakıt tamamen bitmeden patlayacak menzillerden atılırdı. Ayda yaklaşık 600 adet üretilebiliyordu. V2'ler seri üretilebildikleri tarihten itibaren yaklaşık 8 ay boyunca müttefik hedeflere ölüm kustular. Aslında bu dönemde Alman anakarası üzerinde bile hava hakimiyeti müttefiklerce ele geçirilmişti. Silahı durduramadıklarından, silahın üretimini durduracak bombardımanlar planladılar. Ancak nerede üretildiğini dahi bilmiyorlardı. İstihbarat servislerinden gelen raporlara göre roketin tasarımcı ve üretici beyin takımının saklandığı kasabaları vurmaya çalıştılar. V2'ler gezici rampalardan atılabiliyordu. Bu da roketleri kalkmadan vurmalarını tesadüflere bırakıyordu. Bu anlamda v2'yi de, üretimini de durduramadılar.
Savaşın sonlarında Amerikalı askerler silahın üretildiği nordhausen kasabasına girdiler. Çok ciddi bir direniş ile karşılaştılar. Oysa burasını da işgal edilecek sıradan bir alman kasabası sanıyorlardı. Kasabaya girip, yeraltına inşa edilen tesisi bulduklarında, gözlerine inanamadıkları teknoloji ile karşılaştılar. 10 yıl sonraki teknoloji hemen önlerinde duruyordu. üretimde kullanılan esir köle işcilerden sağ bulduklarını kurtardılar ve v2 ile ilgili her döküman, bitmiş roket ve parçayı Amerika'ya taşıdılar. Bu miktar binlerce tona varıyordu. Roketin ve v2'nin babası alman mühendis Wernher von braun'u da başka bir yerde ele geçirdiler. Onu da Amerika'ya götürüp kendi roket programlarını başlattılar. Ele geçirildiğinde von braun'un sol kolu kırıktı ve alçıdaydı. V1 ve v2 gibi fonksiyonel başarılar üreten nazi roket programı bir askeri fiyaskodur. Almanlar roket programına milyarlarca mark yatırdılar. Hem de sıkışık savaş ekonomisi esnasında. Ancak roketlerinden askeri anlamda, silah olarak, kesinlikle savaşın kaderini değiştirecek verimli sonuçlar alamadılar. V2, ileriki uzay ve balistik roket programlarına yapılmış bir yatırım olarak havacılık tarihinde yerini aldı. Amerikalılar savaştan 10 yıl kadar sonra bile v2'nin temel alındığı yeni roketler ile uğraşıyordu. Wernher von braun ise aslında en başından beri hayali olan şeyin, uzay yolculuğunun peşine Amerika hesabına düştü. İlk başarılı fırlatmayı sağlayan atlas roketini dizayn etti.






V-2 Roket bombası
Profesör V. von Braun tarafından projesi yapılmıştır. Tam boyu:14 m.Üstvani gövde kısmının kutru:1.70 m. Dümen kısmında kutur:3.55 m. Patlayıcı madde bölmesi boyu:1.80 m. Otomatik pilotaj aletlerinin bulunduğu kısmın boyu: 1.42 m.Yakıt deposu kısmının boyu:6.20 m. Ventüri de dahil olmak üzere motor kısmının tulü:4.45 m.Gövde kısmının nihayetinde dört tane geniş dümen mevcuttur.Yakıtıyle beraber ağırlığı: 13 tondur.Cer kuvveti: 27 tondur.Yakıt bittiği anda sür’ati 5600 km/saat.Cer kuvveti:31.3 tondur.Atılışıyle yere çarpışı arasında geçen zaman; 5 dakikadır. V2 nin motorunda kullanılan yakıt, etil alkoldur.Etil alkol için eksoz sür’atinin teorik azami değeri: 4180 m/saniyedir.Yakıt olarak hidrojen, metan, petrol benzin kullanılabilir.Bunlardan hidrojen için teorik sür’at: 5170 m/saniyedir.Nitrogliserin ve nitroselülozun eksoz hızları ise alkolünkinden daha azdır.Alkolun pratik eksoz sür’ati 2000-2500 m/saniye dir.

Alkolün yakılması için lüzumlu oksijen – 183 derece ila –152derece arasında bir ısısal durumda bulunur.Alkolün tam yanması için ağırlığının iki misli oksijene ihtiyaç vardır.Petrol için 3, hidrojen için 8 misli oksijene ihtiyaç olduğunu burada kaydedelim.Bu sebeple alkol kullanılması ile oksijen depolarının hacmi küçültülmüş olur; bu kazanç eksoz sür’ati tezayüdünden daha kıymetlidir.
Yakıtlar hafif depolarda bulunur, yanma odasına tazyikli (basınçlı) pompa ile sevkedilir.
Küçük roketlerde; depoda atıl gazlar bulundurmak suretiyle yüksek tazyik temini mümkündür.Bu gazlar azot veya karbon dioksit olabilir. Büyük roketlerde mahzur(sorun) depo cidarlarının tazyike dayanabilmesi meselesidir.
V2 nin yakıt depoları üstüvane şeklindedir; alüminyumdan mamul olup iki tanedir. Beherin hacmi 4.5 metreküptür.Pompalara yardım etmek için depolar 1.4 atmosfer tazyik altındadır.5200kg. oksijen ve 3500 kg. alkol taşırlar.Bundan başka 181 kg. yardımcı yakıt bulunur.Etil alkol % 75 konsantrasiyonlu sulandırılmış bir mahlül halindedir.Ön depoda bulunur.
Alkolün % 5 i soğutmada zayi olur.Pompa randımanlarının yüksek olacağı söylenebilir.Az bir zaman fasılasında büyük hacimlerdeki mayilerin tazyikini yüksek değerlere çıkartacak şekilde imal olunmuşlardır.
Bu pompaları tahrik eden türbinin takatı; anide azamiye çıkacağı için mukavemet bakımından çok müşkülat vardır.Buna mukabil işlemesi 72 saniye içindir.Türbinin kutru: 0.47 m.Debisi: 890 kg/saniye dır.
İç tazyiki: 23 kg/cm2.Yakıt pompaları santrifüj olup, dönen aksamı oldukça hafiftir.İyi dengelendikleri için kolayca yüksek sür’atlere çıkabilirler.Oksijen pompasının çark kutru: 268 metredir.5000 adedi devirde debisi: 73 kg/saniye, takati: 320 B. dir.Basma tazyiki: 26 kg/cm2 dır.
Alkol pompasının çark kutru: 292 m/m ; 5000 adedi devirde debisi:57 kg/saniye; takati 360 B. Basma tazyiki 26 kg/cm2 dır.
Pompanın yanındaki yumurta biçimi bir depoda konsantre hidrojen peroksit ve daha küçük bir depoda Calcium permanganat bulunur.
Bu iki yakıt tazyik altındadır.Küçük bir jenaratörde birleştirildikleri taktirde kızgın buhar hasıl ederler, bu buhar; türbini tahrik eder.Buhar dirsekli bir boru ile nakledilir.Cam ipliğiyle gayet iyi tecrit edilmiştir.
Türbin 5000 adedi devirde 680 B.lik takat verebilirYakıt, yanma odasına küre şeklindeki ön kısımdan 18 bakır emme borusuyle girer.Bu borular inbisata müsaaede edecek şekilde vazedilmiştir.
Ayni merkezli iki daire üzerine sıralanmış olan bu boruların altısı iç, on ikisi dış daire üzerindedir.Her emme borusunun yanma hücresine açılan ucu konvekstir.Yakıt keskin kenarlı; 12 delikten püskürtülür.Yanma odası içine; yakıt püskürtülmesi bir veya birkaç noktaya müteveccihtir, bu şekilde merkezi yanma noktası temin edilmiş olur.
Oksijen alkolle çevrili olur.Bu hal yanma odası cidarlarının yanmasına mani olabilir.Cıdarlar çelik ve 65 m/m kalınlıktadır.Motor kısmının tam ağırlığı: 1012 kg.dır.Yanma odası ve ventüri borusu şeklindeki eksoz kanalı çift cidarlı olup bu suretle soğutma temin edilmiştir.
Depodan alkol emilir.Motor etrafındaki soğutma halkasında cereyan ettirilir.Ayrıca az miktarda alkol, ufak delikler vasıtasiyle ventüriye alınarak iç cıdar soğutulur.V2 roket bombasının gövdesi kaburgalı ve boylama kirişli bir inşaattır.Üzeri çelik saçla kaplıdır.Gövde ağırlığı 1750 kg. dır.Burun kısmında 970 kg. yüksek infilak maddesi bulunur.Madde Amatoldur.TNT ve ammonium Nitrate dır.Bu kısım mahruti olup 6 m/m Hararete de mukavimdir, zira havanın delki dolayısıyla sıcaklık 600 dereceye yükselebilir.
Burun kısmının arkasındaki bölmede radyo, yalpa, dönüş ve ufuk gyroları bulunur; aynı kısımda elektrik potansiyometreleri de vardır; yine bu bölmede azot gazı deposu mevcuttur.Vazifesi, depolardan yakıt çekildikçe tedricen sevkolunarak depo tazyikinin düşmemesini temindir.Bombaya kumanda eden ekipmanın ağırlığı 294 kg. dır.Kumanda bölmesinden sonra alkol deposu, mayi oksijen deposu, türbin, pompa ve roket motorunu haiz bölmeler vardır.Uçuşun kumandası dümenlerin müteharrik kısımları ile ve eksoz cereyanı üzerine konan vanaların ayariyle temin edilir.Bu vanalar yüksek sıcaklığa dayanabilmek için grafitten yapılmıştır.Her iki mekanizma elektro hidrolik servolarla hareket eder.Bu tarz alkol musluklarında da kullanılır.
Roket kendi takatiyle ve şakuli olarak uçar.Bunun için türbin hareket ettirilir.Pompalar yakıt püskürür ve bomba havalanır.İlk şerare elektrikle temin edilir.Yanma şiddetlidir.Yanma mahsülü su buharı ve karbon dioksit gazları eksoz borusundan atılır.V2 nin yakıt sarfiyatı 125 kg/saniye dir.Yakıt depolara 12 dakikada doldurulabilir.
Başlığında bomba taşıyan V2 roketi hareketinden itibaren 70 saniye; tacilli bir hareketle şakuli olarak tırmanır.Bunu müteakip radyo ile veya barometrik bir tertiple jiroskop ve dolayısıyla kontrol vanaları harekete geçer.Uçuş istikameti ufukla 45 derecelik bir yatay açı teşkil edinceye kadar roket yatar.
Muayyen bir noktaya varılıştan sonra yakıt kesilir.Bu duruş radyo kumandasıyla veya ayr mekanizmasiyle yapılabilir.Roket kendi momentumuyla hareketine devam eder.Bu noktada ağırlığı 4 ton, tacili 8 g. Ve takati 800000 B.dir.Müteakiben muayyen bir zaviye ile atılan mermi gibi mahrekine devam eder.
V2 roket menzili 320 km. dir.Arz sathından 96 km.irtifaa kadar yükseldiği ve yere vardığı anda 3000km/saat lik bir sür’ate malik olduğu söylenebilir.Roket yükseldikçe ağırlığı azalır, cer kuvveti sabit olacağından tacili artacaktır.Diğer taraftan, havanın kesafeti irtifayla değişir.Havanın mukavemeti azalır, tacil( hızlanma etkisi) daha da artar.Şakuli atılışı; kesif (yoğun)hava tabakalarını en kısa mahrekle ( en kısa yoldan) geçmek içindir.Roketin atılışında, oksijen doldurulması son ameliyeyi teşkil etmelidir, zira bir dakika da 2 kg. oksijen tabahhur ederek zayi olur.
Atılışta yakıt vanaları açıktır, roket şakülü (dikey) durduğu için saniyede 9 kg. kadar yakıt yanma odasına sızar.Bir iki saniyede bunların yanışı kontrol edilir.Ve yardımcı yakıt vanaları açılır.Türbin üç saniyede azami süratini alır.Fazlaca yakıt, depoya geçer.Cer kuvveti artar ve roket havalanır.Ateşleme ile tam cer kuvveti elde edilmesi arasında 7 ila 10 saniye zaman geçer.
V2 Roket Motoru

Heryerde Naziler



1933 30 Ocak 1933'de Cumhurbaşkanı Hindenburg, seçimlerden birinci parti çıkan Adolf Hitler'i Şansölye olarak atadı ve Almanya için yepyeni bir dönem başlamış oldu. Hitler'in iç politikası hemen hemen belliydi oysa dış politikada neler yapmak istediği o ana kadar bilinmiyordu. Hitler bu andan itibaren 3 aşamalı planını uygulamaya koymuştur. 1 - Almanya'nın Versay Barış Antlaşması'nın ağır kısıtlamalarından kurtarılması 2 - Almanya dışında yaşayan bütün Almanların Alman sınırları içine alınması yoluyla "bir ulus bir devlet bir führer" (ein Volk,ein Reich,ein Führer) ilkesinin gerçekleştirilmesi 3 - Lebensraum (yaşam alanı) politikasıyla Alman devletinin refah ve mutluluğunun en üst düzeye çıkarılması Hitler dış politikasını bu şekilde belirlerken iç politik hedeflerine ulaşmasını sağlayacak şans adeta ayağına geldi. Reichstag (Reich Meclisi) 27 Şubat 1933 günü akşam saatlerinde kundaklanma sonucunda yanmaya başladı. Nazi propagandası hemen harekete geçti. Olay yerine gelen GESTAPO'nun kurucusu Hermann Goering açıkça komünistleri kundakçılıkla suçladı. Hafif zeka özürlü Hollandalı komünist Marinus Van der Lubbe binadan kaçarken yakalandı ve komünist ajanı/kundakçısı olduğu iddiasıyla suçlandı. Tüm bu olaylar sonucunda polis 4000 şüpheli tutukladı. Bunlar arasında Almanya'nın tanınmış üç komünist lideri de vardı. Marinus Van der Lubbe ise yargılandı ve idam edildi. Fakat Reichstag yangını hiçbir zaman aydınlatılamadı. Marinus Van der Lubbe'nin yangını tek başına mı yoksa bir görev üzerine mi çıkardığı tartışıldığı gibi, yangını Nazilerin çıkardığı yolunda görüşler de vardır. Bu olay üzerine Hitler Hindenburg'u ikna ederek "Halkın ve Reich'ın ihtiyacının giderilmesine ilişkin yasanın" çıkarılmasını sağladı. (24 Mart 1933) Beş kısa maddeden oluşan yasada , Reich hükümeti hertürlü yasayı meclisin onayı olmaksızın yürürlüğe koyabilme yetkisi kazanmıştır. Bu Almanya'nın bir polis devletine dönüşme yolundaki ilk adımıdır. 24 Mart'dan birkaç gün öncesinde ise (20 Mart 1933) Münih yakınlarında "Dachau" toplama kampı açıldı. Naziler komünistleri,işçileri,sendika liderlerini tutuklamaya başladılar. Dachau ise zamanla toplama kampı gardiyanları ve yöneticileri için bir akademiye dönüşecek , bu insanlara esirlere uygulayacakları disiplin ve terör öğretilecekti. Yahudi düşmanlığı ise 1 Nisan 1933'de Nazilerin Yahudi işyerlerine toplu boykot uygulamaları , 7 Nisan'da ise Yahudilerin politikadan ve öğretmenlikten uzaklaştırılmaları ile tırmandı. Naziler bununla da yetinmeyip Yahudiler ve Reich karşıtı yazarlar tarafından yazılan kitapları toplatıp yaktılar. Naziler politik bakımdan kendileriyla aynı görüşte olmayanları cezalandırmak için özel mahkemeler kurdular. Bu mahkemelerin hakimlerine Reich'in çıkarlarını gözeterek karar vermeleri söylenmişti. Artık yargıda Nazilerin elindeydi. 14 Haziran'da ise toplumun çingenelerden, zencilerden ve de engelli kişilerden arındırılmasını sağlayacak kanun çıktı. Bunu 1934 Ekim'inde homoseksüellerin tutuklanmaları izledi. Nazilerin "Aryan" ırkından olmayanlara karşı uyguladığı politika özellikle Yahudilerin Alman toplumundan izolasyonunu sağladı. Baskı öylesine büyüdü ki 1. ve 2. dereceden Yahudi akrabası bulunanlar bile tehdit altına girdi. (Bu arada Yahudilerin Alman topraklarını terketmesine kesinlikle izin verilmiyordu , ülkeden Yahudiler yalnızca kaçak olarak çıkabiliyordu ki yakalanırlarsa cezası ölümdü.) 1934 SS'in üye sayısı 1932'de 30.000 , 1934 ise 100.000 kişiye ulaşmıştı ama gene de Röhm'ün 2.5 milyon üyeli SA'yi karşısında söz söyleyemezdi. Hitler iktidara gelirken SA'den faydalanmıştı ama Alman ordusu SA'in tavırlarından hiç memnun değildi. SA'ler arasında birçok sokak serserisi bulunuyordu ve bunların yaptıkları zulümlere uzun süre göz yumuldu. Partinin gitgide şüpheyle bakılan saygısı , bu nedenle bir soruna dönüştü. Ordunun işe müdahale edip kendisini saf dışı bırakmasından korkan Hitler harekete geçmeye karar verdi. Fakat dediğim gibi SA kesinlikle küçümsenemezdi öyle ki bu birlik, resmi Alman ordusundan bile 10-15 kat güçlüydü. Uzun süredir Ernst Röhm'ün orasını burasını kurcaladığı barut fıçısı sonunda 30-31 Haziran 1934 tarihli kanlı hafta sonunda patladı. (Night of the Long Knives "Uzun Bıçaklar Gecesi" ) Ernst Röhm ve önemli SA liderleri SS tarafından tutuklandılar ve kurşuna dizildiler. Tutuklamalar 2 Temmuz'a kadar sürdü. Almanya genelinde 80-200 arası Reich düşmanı tutuklandı ve kurşuna dizildi. Olaylar sona erdiğinde SS'in ve de Gestapo'nun prestijleri artmıştı. SA ise fiili gücü çok kısıtlı olarak sürünüp durdu ama genel askerlik hizmetinin tekrar geçerli olmasıyla SA Alman ordusunun hizmetine girerek tarihten silindi. 2 Ağustos 1934'de Cumhurbaşkanı Hindenburg'un ölümüyle Adolf Hitler Cumhurbaşkanlığı ve Şansölyelik unvanlarını tek bir isim altında birleştirdi. Artık o Alman Reich'ının Führeri ve de Reich Başkanıydı. 1935 Hitler 1935'de Nuremberg Kanunları'nı yürürlüğe soktu ve Yahudilerin medeni haklarına kısıtlamalar getirildi. Böylece Yahudi toplumu kanuni olarak da Alman toplumundan ayrılmış oldu."Alman Irkının ve Şerefinin Korunması" yasası uyarınca Yahudiler ayrı birer ırk olarak kabul edildiler ve bazı sınırlamalara maruz kaldılar. (Alman vatandaşlarının Yahudilerle cinsel ilişkiye girmelerinin/evlenmelerinin yasaklanması gibi) Hitler Yahudileri açıkça uyararak yasanın Yahudi sorununu çözememesi halinde son çözüm (final solution) için Nazi Partisinin devreye gireceği tehtidini savurdu. Bu arada HitlerJugend'de (Hitler Gençliği) giderek büyüyerek 1935'te tüm genç nüfusun %60'ını bünyesinde barındırır hale gelmişti.

Nazi Almanyasının Teknolojik Sırları ve Ufolar


7 haziran 1945 tarihli new york times gazetesindeki haber şöyleydi:”uçan daireler bir gizli silahtır.almanlar tarafından üretilmiş we ülkenin batı sınırında ortaya çıkmıştır.amerikan hawa kuwwetlerinin werdiği bilgiye göre , almanya göklerinde uçan gümüş balonlar görülmüştür.hatta bunların bazıları neredeyse saydam yapıdadır.” haberi izleyen günlerde UFOların alman yapımı silahlar olduğu dedikodusu hızla yayıldı.Alman silah endüstrisinin bu garip nesneleri ürettiğine inanılıyordu.UFO gözlemleri hızla artarken,özellikle iskandinavya gökleri sık sık uçan gemiler tarafından ziyaret ediliyordu.İskandinawyada alman garnizonları kurulmuş ve bunlar sawaşın sonuna kadar bölgede kalmışlardı.bu dönemde “SS” ideolojisi, yapılan bilimsel araştırmalar doğrultusundainsanlığın yararına we çok sayıda kişi tarafından kullanılabilecek yeni enerji kaynakları aramaya yönelikti.araştırma birimleri U-13 ve E-4, bu yeni teknolojiyi mükemmel hale getirmek için çalışıyordu.Böylece victor Schönberger ‘in uçandaire taslakları ortaya cıktı.Cisimlere Haunebu-1 we haunebu-2 isimleri werildi. hazırlanan plan we çizimlerin, ünlü temasçı George Adamski’nin 1952 yılında resmini çektiği ufolarıyla inanılmaz bir benzerliğe sahipti… Almanlar 1941 ve 1942 yıllarında daire biçimli uçak üretimine çoktan girmişti bile.Ancak ilk denemelerde çok büyük yapım hataları ortaya çıktı. V-1, V-2, V-4 den sonra,1942 yılında mühendis Richard Miethe , italyan bilim adamı Giuseppe Bellonzo ile V-7 nin yeni modeli üzerinde çalışmaya başladı.zaman geçerken Hitler in de desteğini alan Miethe-bellonzo ekibi,Schriever-Habermohl ikilisiyle ortak araştırmaya girdiler.böylece inanılmaz efsanevi V-7 ortaya çıktı ilk uçuş denemesi 20.813 metre , ikinci uçuşta ise 24.200 metreye kadar yükseldi. Diğer yandan Vril adıyla bilinen uçan diskler projeside devam ediyordu.Bu projenin mimarı Schumann grubuydu we mucize yaratan silahlar konusunda uzmanlaşmış SS E-4 bölümünden destek alıyordu. Vril-1 serisinde tam17 cismin üretildiği biliniyor. disklerin çapı 11.56 metre idi we 2.900 kilometre saat hızına ulaşabiliyorlardı. garip bir biçimde Vril-1 ve Vril-9 un görünümleri ,amerikalı astronot Edwin Aldrige’in ay yüzeyinde gördüğü nesnelere çok benziyordu!.. Almanlar savaşın sonuna kadar silahlarını mükemmel hale getirmek için çalışmayı sürdürdüler. Yeni projelerine ” ateş topu” adını wermişlerdi.Radyo dalgalarıyla yönlendirilen ateş toplarının tek amacı wardı: yok etmek!.. Düşman uçaklarından çıkan gazı buluyor we radarlarını işlemez hale getiriyordu.Motorun yada elektrik sisteminin tümüyleçökmesini sağlayan ateş topları ürkütücüydü. Bu özellik ,bazı UFO gözlemlerinde, UFO’nun yakın teması sırasında araba motorlarını durdurması , elektrik kesilmesi yada elektrikle çalışan cihazlardaki geçici bozulmayı akla getiriyor. O dönemde, bugün UFO adını werdiğimiz dairesel biçimli taşıt araçları inşaa edildi, kullanıldı we tanıklar tarafndan sayısız gözlem yapıldı.Şimdi bu tanıklardan birini orjinal almanca metinden yapılan çewiriyle yeniden gözden geçirelim.çok gizli askeri belge özelliğitaşıyan gözlemde tanığın adı we kimliği açıklanmamıştır: “almanya’nın Bavyera bölgesindeydim.cumartesi öğleden sonra , akşam olmak üzereydi.karşı taraftan yüksekliği pek de fazla olmayan uçan bir cismin yaklaştığını gördüm.Çapı 8 ila 20 metre arasndaydı.çewresine ıslık sesi yayıyordu we cisim hafif bir titrreşim ile sarsılıyordu.Cismin alt kısmında üç yarım küre bir tanede mawi nokta wardı. ortadaki gamalı haç resmi hemen dikkatimi çekti.pencere benzer birşey yoktu sadece delikler wardı.Bu ıssız mekanda we cewrede artık çalışmayan eski fabrikalardan başka bina yoktu.garip cisim alçaldı we görebildiğim kadarıyla bir duwarın arkasnda yere indi.Az sonra ortaya çıkan kamyon cisme yaklaştı we uzaktan pek de seçemediğim şeyler olmaya başladı.sadece insan formunda iki silüet görebildim.biri uçan cismin alt tarafnda diğeri ise üstündeydi.Uçan disk yüzeyi metal plakalarla kaplanmışa benziyordu. Hem alttaki üç küre hemde üst tarafta çıkış borusuna benzeyen bölümler dikkatimi çekti. Az sonra ‘NSU 80 Solingen’ plakalı bir araba geldi.Bunu yeşil bir volkswagen izledi.Gidip yakından bakmaya karar werdiğimde ise , uçan cisim çoktan ortadan kaybolmuştu.Yaptığım gözlemden bir hafta sonra ,bu bölgede pek çok kişinin ufo gördüğüne dair raporlar werildi.benimle aynı cismi yada benzerlerini görmüş olabileceklerini düşündüm.Benzincide çalışan bir adamla konuştuğumda onunda aynı cismi gördüğünü öğrendim.” Baska 1 elden göze alırsak , yüzlerce nazi gizli projelerinden biri olan haunebu projesi nazilerin üstün teknolojik gücünü gösteren bir araçtır bu ufo nun denendiği laboratuvarın enkazı halen çek cumhuriyetinde bulunmaktadır antigraviton etkisiyle çalışmaktadır yerçekimini tersine vererek hareket etmektedir özellikle 2. dünya savaşından sonra ufo olaylarında hızlı bir artma görülmüştür ve bu olaylarda gözlenen ve fotorafı çekilen ufo lar haunebu nun şeklindedir haunebu ların ana üssünün antartika olduğu sanılmaktadır savaştan sonra antartikaya keşif gezisi altında amerikalılar bombardıman uçaklarıyla gitmişlerdir peki keşif gezisinde bu uçakların ne işi vardı vede yeşil göller görüldüğü şeklinde ifadeleri olmuştu peki gölün antartikada donmadan durmasının sebebi neydi bir de daha önemlisi antartikanın ortasında bulunan bir nazi bayrağıydı bu bayrağın antartikanın ortasında ne işi vardı araştırmalara göre kutup bölgelerinde dünya kabuğunun iç kesimlerinde bulunan agarta ve şamballa denilen yerlere geçitler vardı zaten araştırmalarda dünyanın tam çekirdeğinde yüksek enerji olduğu sonuçları ortaya çıkmaktadır zaten yeraltı uygarlıkları efsanelerine göre dünyanın artasında bir enerji kaynağından söz edilmektedir bu kadar tesadüf rastlantı olamaz bir şekildedir nazilerin haunebu yardımıyla mars gezegenine gittikleri sanılmaktadır mars la ilgili bulunan bir fotorafta mars üzerinde haunebu 2 görülmektedir bur da da bir üs kurulduğundan söz edilmektedir haunebu 2 bir ss projesidir bilindiği gibi ss ler en seçkin savaşçılardan oluşmaktadır ss lerin bir kolu olan müslüman savaşçılardan oluşan hançer birliğide bu organizasyonun içinde bulunmaktadır ss ler zamanla gizemli konularda yoğunlaşarak ufo yapımına ağırlık vermişlerdir haunebu ların ışık hızına yakın bir hızda oldukları tahmin edilmektedir ayrıca nazilerin çalışmaları arasında birde ışın silahı projesi bulun maktadır haunebuların bu silahla donatıldığı sanılmaktadır bir haunebu taşıyıcısı olan silindir şeklindeki bir ufo projesi de bulunmaktadır bu aracın tıpatıp benzeri 1970 li yıllarda sovyet uçakları tarafından görülmüş ve uçakların ateşinden etkilenmemiş ve bir sovyet mig 25 foxbat uçağı bu silindir şeklindeki araç tarafından düşürülmüş ve diğer uçaklar kendilerini zor kurtarmışlardır bu gibi olağanüstü fenomenler bizlere nazi lerin teknolojide zamanımızın ötesine geçtiklerini göstermektedir zaten savaştan sonra müttefikler bunu dile getirmişler ve nazilerin zaman ötesi buluşlarına bir isim takarak bunlara acaipler adını vermişlerdir nazilerin teknolojik olarak bu kadar ilerlemelerine ilişkin görüşler ortaya atılmış ve kimileri uzaylılarla temas kurduklarını kimileri zamanda yolculuğu başardıklarını ifade etmişlerdir fakat bilinmesi gereken bir şey vardırki o da atlantis ve lemuria dan kalan ayrıntıların bu konularda katkı payının büyük olduğudur. Bir başka yazıda da Almanların farklı dünyalardan canlılarla il birliği içinde olduğu söyleniyor.. Nazi Almanyası ile Uzaylı Müttefikleri Aldebaranlı'lar Diğer Gezegenlerde Üs Kurmuşlar mıydı 60’li ve 70’li yıllarda Ay üzerinde bir UFO hareketliliği gözleniyordu. Bu gözlemlerin bir kısmı teleskopla yapılmıştı, bir kısmı da Ay’a giden astronotlar vasıtası ile… Örneğin Apollo 11’in Ay üzerinden yaptığı canlı TV yayınında modülün hemen sağ kenarında çan şeklinde parlak ir UFO görünüyordu. Gerek bu çan şeklindeki, gerekse disk şeklindeki uçandaireler, iyi. Reich’ın ürettiği Haunebu II ve Vril-1 uçandairelerine çok benziyordu. 21 Nisan 1945 gecesi büyük bir çana benzeyen uzay gemisi Haunebu iyi, Mars’a doğru yola çıkmış ve sorunsuz bir şekilde gezegene inmişti. Haunebu iyi’ün mürettebatı, milyonlarca yıldır orada bulunan, Mars yüzeyinin altındaki tesislere gitmişlerdi. (İddialara göre, mars yüzeyindeki piramitlerin altında tüneller şebekesi bulunuyordu) 1952 yılında çekilen Ay yüzeyinin teleskopik bir fotoğrafında, dış görünümü ile Haunebu iyi’e benzeyen bir UFO tespit edilmişti. Bu UFO muhtemelen, Mars, Ay ve kutuptaki Neuschwabenland-Alman üssü arasında mekik seferi yapan bir araçtı. 1951 yılında yine teleskopla çekilen başka bir fotoğrafta Dünya ile Ay arasında bir UFO görülüyordu. Bu demektir ki, 1945’de plan aşamasında bulunan “puro” şeklindeki uzay gemileri projesi, yani S.S E-V’in takdığı isimle “Andromeda Geraet”, muhtemelen 1945’den sonra kutuptaki Alman üssü Neuschwabenland’da gerçekleştirerek, “sigara” ve “puro” şeklinde uzay gemileri üretilmişti. Bu uzaygemileri “Ana gemi” olarak bir Haunebu II ve dört Vril-1 uzay gemisi taşıyabiliyordu. Muhtemelen Amerikan Ay kaşiflerinin Ay’da çektikleri fotoğraflarda görülen uzay gemileri Vril-1 UFO’larıydı. 1950’lı yılların başında uzaylılarla temas kurduğunu iddia eden Amerikalı George Adamski’nin teleksopik foto ile 1952’de çektiği fotoğraflarda görülen Satürn’lü!! ve Venüs’lü!!! ana gemiler, gerçekte Reich Almanyası’nın ürettiği “Andromeda Geraet” idi. Ayrıca yine Adamski tarafından 13 Aralık 1952’de Palomar Bahçeleri, California’da 15 cm.lik bir teleskop kullanılarak fotoğrafı çekilen bir UFO, daha doğru ifadeyle “Keşif Gemisi” aslında, SS E-IV’ün geliştirdiği bir Haunebu II idi. Haunebu iyi uzay gemileri “Elektromanyetik Antigravitasyon tesiri” ile çalışıyordu ki bugüne kadar dünyada hiç kimse bunu çalışır bir biçimde üretememiştir. Haunebu iyi’ün Mars yolculuğu ve Haunebu II, Vril-1 ve Andromeda-Geraet ana gemisinin II. Dünya Savaşı’nın bitimine az bir zaman kala Ay’da konuşlandırılmalarının sebebi, Reich-Almanyası’nın yönetiminin umduğu gibi, her iki gezegenin (yani Ay ve Mars’ın) yüzeyinin altında mevcut bulunan sağlam tesisleri yeniden harekete geçirmek ve 68 ışık yılı uzaklıktaki güneş sisteminden, yani Aldebaran’dan gelecek olan dünya-dışı insanların oluşturduğu “Kurtarıcı Uzay Filosu”nun gelişi için üsleri hazır vaziyette tutmaktı. ABD’nin 70’li yıllarda sürdürdüğü NASA insanlı Apollo programını Ay’a inişten sonra aniden kesmesi ve oraya bir daha hiç astronot göndermemesi, ayrıca Viking Mars projesinin başarısızlığa uğraması, tesadüf değildi!. Sovyetler’in 1989 yılında Mars’a gönderdiği “Phobos-2” adlı uydusu da Mars’ın yörüngesinde iken dünya ile bağlantısı kesilmişti. Aynı şeklide 24 Ağustos 1993’de Amerikan Mars uydusu “Observer” de Mars üstünde iken dünya ile bütün bağlantıları kesilmişti. Ay ve Mars’ta meskun “Zekalar”, Reich Almanyası uzay gemisi mürettebatı ve Amerikalıların Ay’da ve Mars’ta karşılaştıkları Aldebaranlılar, hem Amerikalıları hem de Sovyetleri bu iki gezegende de istemiyorlardı. Mars ve Ay’daki birleşik Reich-Almanyası & Aldebaranlılar gücü, ABD ve Sovyetlere, gayet açık ve net olarak buralarda istenmedikleri mesajını vermişlerdi. Daha sonra iki müttefik, insansız Mars denemelerinden sonra, insanlı Apollo uçuşları gibi, Mars’a da insanlı bir keşif gezisi düzenlenmek istemişlerse de Aldebaranlı “Marslılar” ve Reich-Almanları, Amerikan-Viking teşebbüsünü ve Rusların Mars uydusunu tamamen etkisiz durumuna getirmişlerdir. Kolberg Toplantısı ve Vril-7 Projesi: 1943 Noel’inde Ostseebad Kolberg’in romantik sahil şatosunda, Vril ve Thule örgütünün ileri gelenleri ortak bir toplantı yaptılar. Medyum Maira Orschitsch ve onun tarafından keşfedilen, Vril örgütünün yeni kadın medyumu Sigrun F. De bu toplantıda hazır bulunmuştu. Bu iki kadın medyum toplantıda çok önemli bir rol oynamıştı. Toplantının başında doğal olarak, savaş durumu ve Almanya’nın karşı karşıya bulunduğu tehlikeler, düşmanın muazzam gücü, azalan hammadde stokları v.b konular tartışılmıştı. Konuşmacılara göre, Almanya, açıkça aynı eski Kartaca gibi, yok edilmek isteniyordu. Müttefiklere karşı son bir fırsat yaratılamazsa, Almanya’nın geleceği umutsuz görünüyordu. Daha sonra UFO’ların savaşa hazır duruma getirmenin güçlüklerden bahsedildi. UFO’lar kendi koruyucu alanlarını yarattıkları için, saldırılardan yara almıyorlardı ama bu koruyucu alan, aynı zamanda, içerden dışarıya herhangi bir silahla atış yapmaya da engel teşkil ediyordu. Bu sebepten UFO’lara konvansiyonel silahlar, yani ne bombalar ne de makinalı tüfek ve/veya toplar, monte edilemiyordu. Bu silahlar aynı zamanda UFO’ların uçuş özelliklerini de olumsuz olarak etkileyebiliyordu. SS E-IV tarafından geliştirilen “Işın Topları” da etkili olarak kullanılabilecek bir durumda değildi. Bu genel durum değerlendirmesinin içine daha sonra “Aldebaran-Perspektifi” de dahil edildi. Aldebaran-Summi imparatorluğu ile medyumsal olarak güçlü ve somut bağlantılar kurulduğu açıklandı. Vril mensupları “Boyut Kanalında” yolculuk yapabilen bir “Uzay Gemisi” üzerinde çalıştıklarını belirttiler. Bu gemi vasıtası ile 68 ışık yılı uzaklıkta bulunan Aldebaran’a rahat ve hızlı bir şekilde girmek mümkündü. Vril mensupları kendilerinin “Medyumsal transkomünükatif” yolla sağladıkları Alman-Aldebaran ittifakının daha sağlam ve etkili bir şekilde yürümesi gerektiğini söylediler. Bu düşünceler 2 veya 4 Ocak 1944 tarihlerinde Adolf Hitler’e sunuldu. 2 Ocak 1944’de Hitler, Himmler, Künkel (Vril örgütünden) ve Dr. Schumann’ın (Vril örgütünden) katılımı ile şunlar konuşulmuştu: “Hitler karanlık bir önsezisinden bahsetti. O, Scharnhorst adlı savaş geminsin kaybını “Gölgelerin Laneti” olarak tanımlıyordu. Hitler, Himmler’in ısrarı ile Künkel ve Schumann’ın düşüncelerini öğrenmeye karar verdi. Künkel ve Schumann birkaç kelime ile Aldebaran İmparatorluğu ile yapılan ittifaktan bahsettiler ve Vril örgütünün çalışma toplantılarına ait tutanakları (Yani Aldebaranlılarla kurulan medyumsal temasa dair belgeleri) Hitler’e sundular. Hitler bunları dinlerken, bir yandan da Himmler’e anlamlı bir şekilde bakarak, bütün bunları ciddiye alıp almama konusundaki şüphelerini hissettirmişti. Künkel, “Öbür taraf uçuşu” sayesinde muazzam mesafeleri kat etmenin mümkün olduğunu ifade etmişti. O, Aldebaran hakkında gerekli bütün bilgileri Hitler’e vermişti. (yani Aldebaran’ın dünyaya benzer iki gezegeni olduğu, başka ırklardan olan Regulus ve Capella ile yaptıkları savaşları, teknik üstünlüğe sahip uzay filoları v.s) Künkel’in Führer’e anlattığına göre, Almanya ve Aldebaranlılar arasında “Düşüncesi” bir iletişim kurulmuştu ve bu halen de devam ediyordu. Hitler bunları dinlerken sabrının taştığını hissediyordu ki, tam bu sırada Himmler, Künkel’in açıklamalarını sonuna kadar dinlemesini rica etti. Schumann, “İnterkozmik Araç” denilen Vril uçandairelerinin plan ve fotoğraflarını Hitler’e gösterdi. Schumann ve Künkel, “Bu taraf-öbür taraf boyutlar kanalı” vasıtası ile Aldebaran’a uçmak ve oradaki yönetimle ittifak yaparak, Aldebaranlı uzay savaş gemilerini bu dünyaya getirmek için hazırladıkları planları da açıkladılar. Bu gemiler “Öbür taraf –bu taraf boyut kanalı” vasıtası ile dünyadaki savaşa sokulabilirse, Almanya’nın zaferi garanti edilebilirdi. Hitler o ana kadar tek bir söz bile söylememişti. Sonunda Himmler’e bütün bunlar için ne düşündüğünü sordu. Himmler, bütün bunların bir fantezi ürünü olmadığını ve araçların Vril örgütü mensuplarınca denemeleri şartı ile, akla uygun bulduğunu açıkladı. Hitler ilk defa olarak, Schumann ve Künkel’e bütün bunların ayrıntılı olarak planlanıp planlanmadığını sordu. Schumann, ilk uygun Vril aracının böyle bir uçuş denemesi için hazır olduğunu ve bu ay içinde ilk insanlı uçuş denemesini gerçekleştirebileceklerini belirtti. Yapılan hesaplara göre, farklı “Öbür taraf zamanı” pilot ve mürettebat için bir sorun teşkil etmeyecekti. Bu taraf zamanına ölçüldüğünde Aldebaran’a varış 22-23 yıl sürüyordu ama aracın içindeki mürettebat için geçen zaman, boyut değişikliği dolayısı ile, yalnız birkaç gün sürecekti. Bu hesaplamalardaki en ufak bir yanlışlık bile Vril mürettebatının ölümüne sebep olabilirdi. Hitler, Aldebaran savaş gücünün dünyaya yardıma gelmesi en iyi şartlarda 50 sürer dedi. Künkel, bugünkü Vril tekniği şartlarında bu doğrudur, fakat çok yakında daha iyi araçlar üretebileceğiz diyerek cevap verdi. Hitler’e verilen bütün bu bilgiler yine de onu tatmin etmemişti. Dünyaya gelecek olan bu varlıkların ne biçim yaratıklar olduğunu sordu. Künkel söz konusu halkın, insan ırkından olduğunu ve bir çeşit imparatoriçe tarafından yönetildiklerini söyledi. Hitler bütün bunları dinledikten sonra, onlara SS’lerin desteği ile bu girişimi başlatabileceklerini söyledi. (Hitler o zaman bu girişime hiç inanmıyordu Nisan1945’de Himmler’e şöyle demişti: “Umarım ki bu uzay imparatorluğu, Künkel, ve Schumman’ın söz verdiği gibi, intikamımızı almak için dünyaya gelebilir!”) Führer karargahındaki konuşmadan hemen sonra, yani 2 Ocak 1944’de Vril-7’nin yapımı için tüm güçler seferber edilmişti. Vril mensuplarının perspektifinden bakıldığında bu o kadar zor bir şey değildi. Bu 45 m. çapındaki uzay gemisi aslında genişletilmiş ve adapte edilmiş Vril-1 gemisi idi. Yalnız daha basit ve üretim tekniği açısından daha ucuz bir malzeme kullanılarak yapılmıştı. Vril-7 yapımında tamamen yeni hücre kaplamaları kullanılmış ve 1945 başlarında Traunstein yakınlarında S.S’lere teslim edilmişti. Vril örgtünün yaptığı “Vril-7” “Uzun menzilli uzay gemisi projesi” olmasaydı, dünya insanları ve dünya insanlar arasındaki iletişim yalnız medyumsal mesajlar kanalı ile sınırlı kalacaktı. Alman Vril-7 projesi çerçevesinde 2 tip başarılı uzay gemisi yapılabilmişti. Vril-7 (1) “Gezegenlerarası Uzunmenzilli Uzay Gemisi”: Teknik Özellikleri Çapı: 45 m. Yüksekliği: 15 m. İtiş şekli: Y-7/0 motoru + SM Levitatör EV Hız: Tak. 300000 km/sn. (Işık hızı) Normal kozmik anti gravitasyon uzay uçuşu. Işık hızının 3 katı = Tak. 900000 km/sn.= Uzay üstü boyut kanalı uçuşunda kullanılan hız. Ulaşım mesafesi: Teorik olarak sınırsız, pratikte max.68 ışık yılı uzaklık için hesaplanmıştı. 68 Işık yılı = 64x10 km= Aldeberanın uzaklığı, uzay gemisindekiler için birkaç hafta ve 22,5 dünya yılı. Silahlar: 4xMk-108 Bataryası (Makinalı Top) 2xMk-108 (Uzay gemisinin üstünde) 2xMk-108 (Uzay gemisinin altında) Daha sona uzay gemisinin altına 11 mm kalibrelik, küçük bir zırhlı kulenin içinde, KSK Donar (Işın topu) monte edilmişti. Mürettebat: Max. 14 kişi Vril-7, Ocak 1944’de ilk boyut kanalı test uçuşuna çıkmış ve bir saat sonra, çok hasar görmüş bir durumda geri dönmüştü. Yapılan araştırmalardan sonra bu hasarın, uzay gemisinin hücrelerinin zayıf yapılmasından kaynaklandığı anlaşıldı ve Vril-7 bir müddet dinlendirildikten sonra, hücreleri yenilenerek, bazı ilavelerle Nisan 1945’de SS’lere devredildi. Bu işlemden sonra Vril-7’ler, dünyadaki gizli taşıma işlerinde kullanıldı. Hem yapı, hem de itiş şekli olarak, Vril-7, Vril-1’in oldukça genişletilmiş bir versiyonu idi. Fakat “Boyut Kanalı” yolculuğunu başaranın Vril-1 mi yoksa Vril-7 mi olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Vril-7 (2) “Vril-Odin” Gezegenlerarası Uzay Gemisi: Hafif Uzay Kruvazörü. Teknik Özellikleri Çapı: 45 m. Yüksekliği: 22,50 m. İtiş şekli: İhtimal-A= Vril-7 (1)de olduğu gibi İhtimal-B=Y-7/0-Vril-7(1)+Thule-Takyonator-7c-Haunebu-II (Her ikisinin geliştirilmiş rekombinasyonu) Hız: Max. Işık hızında=Tak.300000 km/sn. (Normal kozmik anti gravitasyon uzay uçuşunda) 3x Işık hızı=Tak.900000 km/sn.= Uzayüstü boyut kanalı uçuşunda kullanılıyor. Ulaşım mesafesi: Vril (1)’in aynı Silahlar: Haunebu II’nin zırhlı döner kulesi, KSK “Donar” (Işın Topu Donar KSK IIIV) Vril-7 (1) 11 mm. Kalibreli. Uzay gemisinin üst kısmında. Mürettebat: 28 kişi (14 Erkek+14 Kadın) Nisan 1945 itibarıyla. Bu uzay gemisi Nisan 1945’de Untersberg-Berchtesgaden’den havalanarak 68 ışık yılı uzaklıktaki Aldebaran’a doğru yola çıkmıştı. Savaşın sonuna gelindiği ve Alman Reich’ının yenilgisi de kaçınılmaz göründüğü için, “Boyut Kanalı” uçuş testi yapılmadan yola çıkma mecburiyeti hasıl olmuştu. Vril-Odin, Vril ve Hauenbu yapım tarzlarının karışımından ortaya çıkan ilk ve son başarılı proto tip uzay gemisi olmuştu. Tek başına Haunebu motoru boyut kanalı yolculuğu için uygun değildi. Çan şeklindeki bir Haunebu uzay gemisi daha ilk denemesinde, bir daha hiç dönmemek üzere, boyut kanalında kaybolmuştu.Vril yapımı gemiler de tek başlarına boyut kanalı yolculukları için yeterli değildi. Bu sebeplerden yukarda anlatılan kombinasyon uygun görülmüştü. Vril-Odin, ilk defa Ekim 1944’den sonra, Haunebu-Vril II/3 kombinasyonu uzay gemisi projesi olarak ortaya çıkarmıştı. İddialara göre, Vril-Odin ve mürettebatı, sağsalim bir vaziyette Aldebaran-Sumi Güneş sistemine varmış ve orada Sumi-Er gezegenine inmişti. Anlatılanlara bakılırsa Sumi-Er dünyamıza çok benzeyen bir gezegendi. Sumi-Er yönetimi, dünyalı müttefikleri olan Alman-Reich’ını düşmanlardan kurtarmak için, Uzay Amirali Zoder komutasında 280 Uzay-Kruvazöründen oluşan bir filoyu, Vril-Odin mürettebatı ile birlikte, boyut kanalı üzerinden, güneş sistemimize ve dünyaya göndermeye hazır olduğunu bildirmişti. Vril örgütünün kadın medyumları ve Sumi-Er’li kadın medyumlar arasındaki medyumsal iletişim sonunda, Alman Reich’ının savaşı kaybetmesi halinde, Sumi-Er’liler askeri destek gönderme teklifinde bulunmuşlardı. Dünyada kalan Vril örgütü kadın medyumları arasındaki medyumsal iletişim, Alman uzay gemisinin Sumi-Er’e inmesinden sonra 2 yıl daha devam etmişti. Bilinmeyen sebeblerden dolayı 1947 yılı başlarında bu medyumsal temas kesildi. Bu tarihten sonra temasın devam edip etmediği kesinlikle bilinmiyor. “Vril-Odin” uzay gemisinin boyut kanalında yolculuğu mürettebat için birkaç hafta, fakat dünya yılı 22,5 yıl sürüyordu. “Vril Odin” uzay gemisi 1967 yıllı sonlarına doğru, Aldebaran-Sumi yakınlarında boyut kanalından çıkarak yeniden normal evrene girmiş ve orada kendini bekleyen bir Aldebaran uzay kruvazörü eşliğinde Sumi-Er’e inmişti. Burada haklı olarak şu soru sorulabilir, Aldebaran-Sumi “Kurtarıcı Filosu” ve “Vril-Odin” mürettebatı ne zaman dünyaya gelecekler? Bizim de cevabımız şu olacaktır; Onlar dünyaya geldiler ama bizlerin haberi yoktu!.. Reich-Almanları’nın kutuplarda yaşayan müttefikleri olan Arianni’lerin, UFO’ları ile ABD’ye inip Eisehower ile görüştüklerine dair iddialar vardır. (1952 yılında ABD’de Washington göklerinde yoğun UFO gözlemleri yapılmıştır). Nitekim Başkan Eisenhower 20 Şubat 1954’de Edward AFB’de (Amerikan Hava Kuvvetleri üssünde) iken üsse, 5 uçan daire inmiş ve uzaylıların aynı bizim gibi insan oldukları ve bizim gibi atmosferde nefes alabildikleri görülmüştü. Uzaylılar Amerikan Başkanı’ndan nükleer silahlanmaya son vermesini istemişlerdi. Uzaylılar, Eisenhower ve yanındaki yetkililerin gözleri önünde hem kendilerini, hem de gemilerini görünmez bir duruma getirmeyi başararak onlara teknolojik üstünlüklerini göstermişlerdi. 1 Nisan 1990 tarihli bir Amerikan gazetesinin iddiasına göre, “Hitler tarafından 1943 yılında bir intihar misyonu ile uzaya gönderilen Alman astronotlar, 47 yıl sonra (yani 1990’da) dünyaya dönmüşlerdi. “Bu sözler bir NASA yetkilisinin ağzından çıkıyordu ve yetkilinin anlattıklarına bakılırsa, 3 uzay öncüsü Reich-Almanı 3 Nisan 1990’da bir uzay kapsülü ile kuzey Atlantik denizine inmiş ve bir Amerikan savaş gemisine alınmışlardı. Bu 3 astronot 1943’de geliştirilen bir V-2 roketi ile uzaya fırlatılmışlar ve açıklanamayan sebeplerden dolayı, kendileri için fazla bir zaman geçmeden (bizim zamanımızla 1990 yılında) dünyaya inmişlerdi. Astronotları gören Amerikalı yetkililerin hayretten dilleri tutulmuştu; Çünkü karşılarındaki insanlar geçen 47 seneye rağmen hiç yaşlanmamış gibi duruyorlardı. Acaba bu haberde bir gerçeğin saptırılması mı söz konusuydu? Gerçekte burada söz konusu olan astronotlar, Reich-Almanyası ile anlaşma yapmış Aldebaran uzay filosunun temsilcileri olmasın? Belki de bu temsilciler ABD’ye bir ültimatom vermeye gelmiş olabilirler!!! Süpergüç ABD, açıkça İsrail’in görevlendirilmesi ile, 1991 yılı başında Irak’a karşı bir saldırı savaşı başlatmış ve zafere çok yaklaşmışken aniden, sanki birileri bir barış ultimatomu vermiş gibi, savaşa son ermişti. Acaba bu Aldebaranlı’ların bir ultimatomu muydu? Aşağıdaki yazıda konuyla ilgili farklı bir yorum ve araştırmadır. Almanya’nın geleceği tehlikeye düşünce Hanuebu-3 modeli Uçan Daire’yi ürettiler. Bu gemi Mars yolculuğuna çıktı. Bu yolculuk 20 Nisan 1945 tarihinde başladığına dair deliller vardır. Bu uçandaire Vril Projesi kapsamında Almanların 68 ışık yılı uzaktaki Aldebaranlı’lar ile ortaklık kurdukları ve bunun için de Mars gezegeninde üs kurmak üzere yola çıktığı SS kayıtları Amerikan askerlerinin eline geçince bu gemiyi ve yolculuğu öğrendiler. Andromeda Geraet denilen 139 metre uzunluğunda ve silindir şeklindeki “Ana Uzay Gemisi” Aralık 1944’e kadar plan ve eskizler halinde idi. Geraet, bir Haunebu, iki Vril ve iki tane de Vril-2 uçandairesi taşıyacak şekilde planlanmıştı. Bu silindir veya puro şeklindeki uzay gemileri SS’lerin sorumluluğu altında geliştiriliyordu. İşgalde bunlar ele geçirildi ve varlıkları ortaya çıktı. Aradan yıllar geçti. ABD Viking-1 uydusunu Mars’a gönderdi. 24 Temmuz 1976’da Mars’a inmesi ile dünyaya ilginç resimler göndermeye başladı. Bunlar arasında Cydonia bölgesinde bulunan ünlü “İnsan Yüzü” Mısır’daki Sfenks’in başına benzetilmektedir. Ve bunun 15 km uzağında bulunan piramitler, devasa şehir yıkıntıları çok dikkati çekmişti. Ayrıca Mars’ın güney kutbunda esrarengiz dikdörtgen ve kare şeklinde duvara benzer buluntular görülmüştü ki, NASA bunlara İNKA ŞEHRİ adını vermişti. Haunebu-3 uzay gemisi 19 test uçuşundan sonra Nisan 1945’in sonunda kutuptaki üs’ten Neuschwabenland’dan havalanarak Mars’a doğru yola çıkmıştı. Geminin 70 kişilik bir mürettebatı vardı. Bunlar arasında kadınlar da bulunuyordu. Mars yüzeyinde bulunan Mars medeniyetine ait anıtlar, bu mürettebatın işlerinden mi acaba? Yalnız Mars’da değil, Ay üzerinde de “R” ve “S” harflerine rastlanıldı. Örneğin kare gibi geometrik şekillere rastlanmaktadır. İlginçtir ki Viking-1’in Mars’tan gönderdiği resimler arasında kayaların üzerine işlenmiş “B”-“G” veya “8” şeklinde yorumlanabilecek yapay şekiller görülmektedir. Bu suni yapılar, Sovyetlerin ve ABD’nin insanlı ve insansız uzay sonda ve kapsülleri tarafından çekilen bütün fotoğraflarda görülmektedir. Büyük bir çan’a benzeyen uzay gemisi Haunebu-3 Mars’a doğru yola çıkmış ve problemsiz bir şekilde gezegene inmişti. Mürettebatı milyonlarca yıldır orada bulunan Mars yüzeyinin altındaki tesislere gitmişlerdi. 1950’li yılların başlarında Ay üzerinde birçok UFO görülmeye başlanmıştı. 1952 yılında çekilen Ay yüzeyinin teleskopik bir fotoğrafında, dış görünümü ve Haunebu-3’e benzeyen bir UFO tespit edilmişti. Bu UFO muhtemelen, Mars, Ay ve Güney Kutbundaki Neuschwabenland-Alman Üssü arasında mekik seferi yapan bir araçtı. 1951 yılında çekilen başka bir fotoğrafta ise Dünya ile Ay arasında Puro şeklinde uzay gemisi görülmüştü. 1945’ten sonra kutuptaki gizli üste bu puro biçimli geminin aynısı yapılmış olabilir. Bu UFO’ların Mars yolculuğu ve Haunebu-2, Vril-1 ve Andromeda Geraet ana gemisinin 2’nci Dünya Savaşı’nın bitimine az bir zaman kala Ay’da konuşlandırılmalarının sebebi, Reich Almanyası’nın yönetiminin umduğu gibi, her iki gezegenin Ay ve Mars’ın yüzeyinin altında bulunan sağlam tesisleri yeniden harekete geçirmek ve 68 ışık yılı uzaklıktaki güneş sisteminden yani Aldebaran’dan gelecek olan dünya-dışı insanların oluşturduğu “Kurtarıcı Uzay Filosu”nun gelişi için üsleri hazır vaziyette tutmaktı. ABD’nin 1972 yılında sürdürdüğü NASA insanlı Apollo programını Ay’a inişten sonra aniden kesmesi ve oraya bir daha hiç astronot göndermemesi, ayrıca Viking Mars projesinin başarısızlığa uğraması tesadüf değildir. Sovyetlerin 1989 yılında Mars’a gönderdiği “Phobos-2” adlı uydusu da Mars’ın yörüngesinde iken dünya ile bağlantısı kesilmişti. Aynı şekilde 24 Ağustos 1993’de Amerikan Mars uydusu “Observer” da Mars üstünde iken dünya ile bütün bağlantıları kesilmişti. Ay ve Mars’da meskun “Zekâlar” Reich Almanyası uzay gemisi mürettebatı ve Amerikalıların Ay’da ve Mars’da karşılaştıkları Aldebaranlılar, hem Amerikalıların hem de Sovyetleri bu iki gezegende de istemiyorlardı. Mars ve Ay’daki birleşik Reich Almanyası ve Aldeberanlılar gücü, ABD ve Sovyetlere, gayet açık ve net olarak buralarda istenmedikleri mesajını vermişlerdi. Daha sonra iki müttefik, insansız Mars denemelerinden sonra, insanlı Apollo uçuşları gibi, Mars’a da insanlı bir keşif gezisi düzenlemek istemişlerse de Aldebaranlı “Marslılar” ve Reich Almanları, Amerikan Viking teşebbüsnü ve Rusların Mars uydusunu tamamen etkisiz duruma getirmişlerdir. Yorumlamaya gelelim: Benim uzun zamandır iddia ettiğim Amerika’nın korkudan Ay’a neden gidemediği ve orada Üs kurma projesinden neden vazgeçtiğini düşünüyorum, sonuçta oradaki üslerde yaşayan uzaylıların Amerikalıları burada istemedikleri ortaya çıkıyor. 1972 yılından beri Ay’a gidemeyen ABD’nin Apollo uçuşları sonunda düşüncesi 2000’li yıllarda Ay’a üs kurmaktı. Oradan yola çıkacak uzay gemileri, güneş sistemini keşfe çıkacaktı. Bu gerçekleşmedi. Şimdi ne yapılıyor: Dünyanın çevresinde büyük bir uzay istasyonu yapılıyor. Oraya durmadan malzeme taşınıyor. Gelecekte o büyük istasyondan Mars’a veya başka bir gezegene yola çıkacak uzay gemisi yapılacaktır. Bir diğer ilginç konu da şudur. Amerika dünya milletlerine düşüncesini Hollywood sinemasıyla sunar. Hollywood’un yaptığı filmlerde dünyaya uzaylılar saldırır ve Amerika da ortaya çıkardığı gizli silahlarıyla bu savaşı kazanır. Uzaylıları yener ve dünyayı kurtarır. Acaba bu mesaj Güney Kutbunda, Ay’da ve Mars’da bulunan Reich Almanyası ve Aldebaranlı müttefiklere gönderilen bir mesaj mıdır. Bir yandan uzaylılar ile temasa geçmek için 3 milyar dolar para ayıran Amerikan Devleti, diğer yandan da uzay çalışmaları için milyarlarca dolar harcamaktadır. Amerika Mars’a gidebilecek mi? Bunu zaman gösterecek ama bu konuda Başkan Bush kararlı ve 600 milyar ile 1 trilyon dolar tutan projeye start verdi. Süre ise 2025 olarak belirlendi. Yaşarsak göreceğiz. Şurası gerçek ki Amerika 2’nci Dünya Savaşı bittiğinden beri tüm gücünü uzay çalışmalarına verdi. Ve bu çalışmalar gizli olarak yapılmaktadır. Reich Almanlarının kutuplarda yaşayan müttefikleri olan Arianniler’in veya Aldebaran Yıldız Sisteminden gelenlerin Amerikan Başkanı Eisenhower ile görüştükleri iddiası da vardır. UFO’ları ile ABD’ye 20 Şubat 1954 Edward AFB Amerikan Hava Kuvvetleri üssünde iken, 5 UFO inmiş ve uzaylıların aynı bizim gibi insan oldukları ve bizim atmosferde nefes alabildikleri görülmüştü. Uzaylılar Amerikan Başkanından Nükleer silahlanmaya son vermesini istemişlerdi. Uzaylılar Eisenhower ve yanındaki yetkililerin gözleri önünde hem kendilerini, hem de gemilerini görünmez bir duruma getirmeyi başararak onlara teknolojik üstünlüklerini göstermişlerdi. Eisenhower’in bu konuşmayı pek önemsemediği sonraki yıllarda Amerikan Ordusunun nükleer füzeleri geliştirmesi bunun somut örneğidir. 1980’lere gelindiğinde ABD ve Rusya nükleer silahları sınırlandırmışlardı. Bugün de iki tarafın elinde önemli derecede nükleer silah bulunmaktadır.